Ana içeriğe atla

Kayıtlar

"mektup"

  Sevgilim, sen bunu aldığında -ki mektup denemez buna- umarım bağışlarsın beni: yazamadığım mektuplarda biriktirdim  kederimi. Sevgilim İstanbul’da yaz bitiyor, bu güz gecelerinde ben, sardunyaların arasında senin getirdiğin mumları yakıyorum. Bir fotoğrafa bakıp “deniz” diyorum: Ne kadar dingin, nasıl sonsuz, olduğu yerde. Sevgilim beni bağışla, sana mektup yazamıyorum. Yüzümün bir yarısı acı çekiyor, mavi bir fotoğrafta, kızıl bir ufuk biriktiriyor kış için öteki yarısı coşkuyla ilgili değil elbet hayatım. Sevgilim seni bilmemenin  kederli gölgesi altındayım. Deniz “öylece” duruyor, orada, yazda. Hayat öylesine caydırıcı ki, korkuyorum Sevgilim… bu dünyayı ben uydurdum desem, sonrasını diyemiyorum. Sevgilim, günün belli saatlerinde  seni unutmayı deniyorum. Sen bunu aldığında -ki mektup denemez buna- umarım bağışlarsın kederimi, haylazlığımı, umutsuzluğumu, dalgınlığımı; yani benden geçtiğinde anlamı sarsılan ne varsa… Umarım her şey olacağına varıyor der, ve kabu...

"mâra"

bilmemek bilmekten iyidir düşünmeden yaşayalım mâra günü ve saatleri ne yapacaksın senelerin bile ehemmiyeti yoktur seni ne tanıdığım günleri hatırlarım ne seneleri yalnız seni hatırlarım ki benim gibi bir insansın tanımamak tanımaktan iyidir seni bir kere tanıdıktan sonra yaşamak acısını da tanıdım bu acıyı beraber tadalım mâra başım omzunda iken sayıkladığıma bakma beni istediğin yere götür ikimiz de ne uykudayız ne uyanık Asaf Halet Çelebi   Shirley Visions of Reality (2013)

klárast

"In the morning it hurts like cigarette burns   The summer's daft and winter's long   One day you're gonna find a way to  That they you're ride ahead of your vocation  Hurt - you know it comes like this, it goes like this  Hurt - you know it goes like this it comes like this  I guess the pills don't work and the drinks don't work"

"eski nisan"

  canımın yongası, sevdiğim bir kaç gün çaldık ilkbahardan geçtik yıllardır özlediğim erguvan ışıklı kıyılardan aşkı sessizlik tanımlar gençken tersini düşünürdüm akşamla dönerken geriye dalgalar yalnızlığı çırılçıplak gördüm durduktu önünde ege denizi'nin gözleri mayıs bulanığı, kuytuluğunda eski evlerin dolaştıktı ayvalığı eski nisan, her şey gibi kalbim de rüzgar da eski çırpınıp duruyor havada yitik anıların kelebeği Ataol Behramoğlu

"sen ve ben bir acılar dağıyız"

  tıpkı senin gibi ben de katlanıyorum karanlığa bitmeyen ayrılığa. neden ağlıyorsun? ağlayacağına elini uzat bana ve söz ver yeniden geleceğine bir düşte. sen ve ben bir acılar dağıyız. sen ve ben bir daha buluşamayacağız bu yeryüzünde. ah, yıldızlarla gece yarısı bana bir selam gönderebilsen. Anna Ahmatova https://www.youtube.com/watch?v=ec0Cotg3Hjw

remember

"onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin titreme daha fazla kalbim bağışla kendini artık, onu da bırak gitsin bırak gitsin o senin en ezel gününden kaderin sen onu nasılsa bin kere daha seveceksin (…) günler öylece kendi kendine geçsin diye bir camın arkasında durdum bana dokunmasın hiçbir şey hiçbir şey yarama merhem olmasın iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye bir camın arkasında durup akan hayata ve zamana baktım. (…) o kadar uzun yol geldik ki seninle şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu nasıl yürüyeceğiz? (biz seninle yoldayken yanımızdan ovalar, ağaçlar; titreşen rüzgârlar akmıştı. bir yolumuz olduğunu yol kazalarını, yol yorgunluğunu o zamanlar biliyor muyduk?) (…) sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda sen beni kızını çok seven bir anne olarak hatırla ben ki hiç kavuşamamıştım sana (…) aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir ben bir divan şairi değilim ki sevgilim ...

"gece gelen"

gözlerin nasıl bulanık gözlerin sisli bir orman saklı korkulardan sanık sanki kaçarkan vurulan kirpiklerin diken diken tel örgüler kirpiklerin yasak sınırlar geçerken geride kaybettiklerin dudakların nasıl ürkek ne kadar uzakta sesin sen gece gelen konuğu hiç kimsenin ve herkesin Yağmur Atsız

등잔 밑이 어둡다 (lâmbanın hemen altında ama hâlâ karanlık)

이제   난   습관처럼   그대   이름만   부르네요 (şimdi bir alışkanlık gibi adını haykırıyorum)  하루   하루가   죽을   것만   같은데   (her gün ölecekmiş gibi hissediyorum)  그대가   없는   것   말고는   달라진게   없는데   (burada olmaman dışında, farklı hiçbir şey yok)  사랑해   사랑해요   (seni seviyorum)

1989

"I can’t imagine what this life would be I wish we could turn back the hands of time Maybe we’ll meet again in another life Maybe we’re better in another paradise Maybe we will meet again Maybe we will fall again In another life"

röportaj (şahin k)

Röportajın Hikayesi: Şahin K ile bu röportajı 2012 yılının ortalarında yaptım. O zamanlar bir arkadaşın açtığı kültür/sanat sitesinde yayımlanacaktı. Bir süre sonra o arkadaş ile tartıştık ve yollarımızı ayırdık. Dolayısıyla röportaj elimde kaldı ve içim rahat değildi, Şahin K'ya karşı kendimi sorumlu hissettim, sözümü tutmam gerekiyordu. Ben de bu röportajı yayımlamak için kendim bir web sitesi kurdum. O sitenin yayını yaklaşık bir yıl devam etti. Aynı zamanda, yeni keşfettiğim, yeteneği olan kişilere de yazmaları için bir alan sunmuş oldum. Neyse... Peki neden Şahin K ile röportaj fikri doğdu zihnimde? Türkiye, bir ABD, Avrupa ülkesi değil, muhafazakar kodları baskın bir ülke ve böyle bir ülkede porno gibi bir alanda isim yapmak, ortada gezmek hayli cesaret isteyen bir şey olmalıydı. Porno sektörüyle ilgili merak ettiklerimi de işin uzmanına sorma fırsatım vardı. Röportaj yayımlandıktan sonra Şahin K "Hayatımdaki en güzel söyleşiydi." diye tivit attı. Sosyal medya ve ...

"yumurta" (the egg)

                                                                Creazione di Adamo , Michelangelo (1512) Öldüğünde evine gidiyordun. Bir araba kazasıydı. Özellikle dikkat edilecek bir şey yok ama ölümcüldü. Arkanda eşini ve iki çocuğunu bıraktın. Acısız bir ölümdü. İlk yardım görevlileri seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar ama faydasızdı. İnan bana, vücudun tamamen parçalanmıştı. Ve işte benimle tanıştın. “Ne… Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?” “Öldün” dedim, gerçeği söyleyerek. Yumuşak sözlere gerek yok. “Kamyon… Patinaj yapan bir kamyon vardı…” “Ben… Ben öldüm mü?” “Öyle. Ama o kadar üzülme. Herkes ölür.” dedim. Etrafa bakındın. Hiçbir şey yoktu. Sadece sen ve ben. “Bu yer de ne?” diye sordun. “Ahiret mi?” “Fazlası ya da azı.” dedim. “Sen Tanrı mısın?” diye sordun. “Öyle” diye cevapladı...

"ikincil ruhla pis-duvar buluşmaları"

  on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk. on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı. zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize. pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık. ne söylesek ayıptı biraz söylemesi. dahası an, tıbben ölüydü. atık kamyonlarında mühürlü bir yürek şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce bir film setine emanet edilirdi belki, korkuturdu yine bizi. senin dünyanda vapur kalkınca balıklar çamaşır yıkardı içindeki hileli sayaçların aritmetiği sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü tırabzanlardan aşağıya ayaklarını sallandırıp annesine hınzır hınzır gülen o çocuk uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi. ama ikimiz de biliyorduk elleri harita kadar acılı her annenin son görevi çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti. sağır ve dilsizler ülkesinde kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün, sigaranla aynıydı aşkının geleceği duman hali. şimdi biz, yatırıl...

"evet, elbette acıtır"

  Elbet acı duyar tomurcuklar açarken. Neden gecikirdi yoksa bahar gelmekte? Neden bizim ateşli özlemimiz donup gitsin acılarla Yaprakların içindeydi tomurcuklar bütün kış. Nedir yeni olan, doğurtan ve fışkırtan her şeyi? Elbet acı duyar tomurcuklar açarken Acı duyar büyürken ve direnirken. Güçtür elbet damlaların düşüşü. Korkudan titreyerek asıldıkları yerde ne kadar sarılsalar da dallara kurtuluş yoktur, düşerler ağırlıklarıyla toprağa. Güçtür bilinemezlilik, güvensizlik ve ayrılış güçtür uçurumlarda çağırmak birini gene de tutunabilmek titreyerek ve kalabilmek ve düşünebilmek Artık hiçbir şeyin yararı yoktur doğuşa sevinçler fışkırır tomurcuklar dallarda tüm korkular yok olur ışıldayarak yere düşer damlalar unuturlar doğuşun korkusunu unuturlar yolculuğun korkusunu o büyük güvenceyi duyarlar bir an dünyayı yaratan. Karin Boye Notlar:   * Şiirin orijinal adı "ja visst gör det ont." Şiiri çeviren Özkan Mert * Karin, 23 Nisan 1941 günü ormana gider. Cebinden çıkardığı uyku ...

leyla'yı gebertmek

seni unutmak ne güzel seni unutmak eski bi mahallede çingene kadınların dansıyla hatırlamak seni seni soymak sonra bütün günahlarından azizlik, ermişlik ve bilgelik eklemek sana seni güzel hatırlamak seni sensiz bilmek ne güzel seni vurmak sonra sana roket atmak atom bombası patlatmak sende doğduğuma pişman ola ola sende kala kala seni gebertmek ne güzel leyla Aydoğan K

duyuru ve bilgilendirme

Görseldeki kitap bana ait değildir. Kitapyurdu dahil birçok kitap satış sitesinde aynı yanlışlık var. Şu ana kadar yayımlanmış tek kitabım vardır (Her Şey Geçecek Hiçbiri Unutulmayacak).  Türkiye'de ne yazık ki her şey gibi yayıncılık sektörü de bakkal usulü olduğu için böyle saçmalıklarla karşılaşmak beni çok şaşırtmıyor.  Okurlarımın bu konuda kafa ve bilgi karışıklığı yaşamamaları için bu bilgilendirmeyi yapma gereği duydum. Güzel günleri farklı bir ülkede yaşamak dileğiyle... Aydoğan K

nefes alma dersleri

“Bu ikisi, muhtemelen koloninin yalnız kalmış kuşlarıydı ve mecburiyetten bir araya gelmişler.” ( Khoor Moosa’da Hayat, TRT Belgesel, 16 Nisan 2022)   Yıllar önce, sırf isminden dolayı alıp okuduğum bir kitap: Soluk Alma Dersleri . Sanırım yazarına ödül de kazandırmış (ödül/ödüllendirme sistemini onayladığım anlamına gelmez, tam aksine...) bu kitapla ilgili aklımda hiçbir şey kalmadı. İsmi hariç, bomboş bir kitaptı. Sabırla okuyup bitirmiştim. Bazı kitaplar, “Lanet olası bir zaman israfıydı.” demek için okunur. Bazı insanlar gibi. Bir şey hakkında konuşmak istiyorsan, ona ait ciddi bir bilgin olmalı sonuçta. Kitabı almayı düşünenler varsa uyarmış oldum. Konuya girmekte gecikenler için cennet ile araf arasında özel bir yer olmalı… Bütün geç kalmışlar, uyuyakalmışlar, gerçeği çok geç fark edenler için bir yer. Amca olmak gerçekten de baba yarısı olmakmış. Hatta bu benim için baba olmaktan bile farksız diyebilirim. 5 gün önce amca oldum. Doğduğu günün ertesinde kucağıma aldığım ...

eski bir arkadaşın ardından bende kalanlar ve kalmayanlar

Bülent’in ölüm haberini ilk duyduğumda, onu yakından tanımış herkesin vereceği tepkiyi ben de verdim: “Gene bir şaka yapıyor ama dur bakalım, altından ne çıkacak?” Şaka değilmiş. Bülent Parlak’la yanlış hatırlamıyorsam 2008 yılında tanıştık. Önce internet üzerinden başlayan muhabbetimiz, -benden kaynaklı tembelce ertelemeler sebebiyle- ancak aylar sonra yüz yüze gelmemizle devam etti. Bülent’le, 2011 yılının temmuz ayında arkadaşlığımızı sonlandırdık. İtiraf etmekte mahzur yok; arkadaşlığımızı bitiren sözün ima ettiği şey doğru ama kelime seçimlerim baştan sona yanlıştı. Bugün olsa, yine aynı şeyi kastederek konuşurdum, fakat kelimelerimi özenle seçerdim. İkimizin de ekim ayı doğumlu terazi burcu olmamızdan mı kaynaklıydı, neydi bilmiyorum ama hayatımda Bülent kadar iyi anlaştığım kimse olmadı. Ruh ikizim gibi bir şeydi. Saatlerce konuşarak yürüdüğümüz geceler, evime gelip sohbet ettiğimiz akşamlar, sadece birbirimize söylediğimiz bazı sırlar, Facebook'tan fake hesaplar açıp ...

tears in heaven

(The Barque of Dante, Eugène Delacroix, 1822) "Would you know my name If I saw you in heaven? Would it be the same If I saw you in heaven? I must be strong and carry on 'Cause I know I don't belong here in heaven Would you hold my hand If I saw you in heaven? Would you help me stand If I saw you in heaven? I'll find my way through night and day 'Cause I know I just can't stay here in heaven Time can bring you down, time can bend your knees Time can break your heart, have you begging please, begging please Beyond the door there's peace I'm sure And I know there'll be no more tears in heaven I must be strong and carry on 'Cause I know I don't belong here in heaven"

zamandan uzakta

https://www.youtube.com/watch?v=Qb7CPNdt3Dc Orada duruyor. O an, ona bakan biri, gözünün sadece tek bir insanı ayırt edebilecek şekilde yaratıldığına inanabilir. Farkında değil ki başka bir göz de heyecan ve merak içinde kıvrandığı duygularını, on metre ilerisinde hafızasına emiyor, ezberliyor... İlk o görmüştü, şimdi de ben.  Kısa bir uykudan, kurabiyeli ve tiramisulu bir günden kalma. Üşümemek için çivit mavisi ince bir mont giymiş. Üşümek ve yazın ortası! Sabahın 5‘i diyedir. Sabahın 5’i ve zamanda ikinci kırılma. Boğazıma sarılmış kollarda bulduğum huzur. Bütün huzursuzluğumun yok olduğu o an! Sen geldin, benim deli köşemde durdun Bulutlar geldi, üstünde durdu Merhametin ta kendisiydi gözlerin Merhamet, saçlarını ıslatan sessiz bir yağmurdu Bulutlar geldi, altında durduk Ev. Ruhumla yüzlerce kez geldiğim bu ev. Ruhumu kapı arkasına astığım bu oda… Bu balkon… Merhaba, uzun bir yoldan geldim. Sana teslim olup, sende yok olup, sensiz kalmaya korkmaktan geldim. Ve...