Ana içeriğe atla

Kayıtlar

klárast

"In the morning it hurts like cigarette burns   The summer's daft and winter's long   One day you're gonna find a way to  That they you're ride ahead of your vocation  Hurt - you know it comes like this, it goes like this  Hurt - you know it goes like this it comes like this  I guess the pills don't work and the drinks don't work"

"sen ve ben bir acılar dağıyız"

  tıpkı senin gibi ben de katlanıyorum karanlığa bitmeyen ayrılığa. neden ağlıyorsun? ağlayacağına elini uzat bana ve söz ver yeniden geleceğine bir düşte. sen ve ben bir acılar dağıyız. sen ve ben bir daha buluşamayacağız bu yeryüzünde. ah, yıldızlarla gece yarısı bana bir selam gönderebilsen. Anna Ahmatova https://www.youtube.com/watch?v=ec0Cotg3Hjw

"eski nisan"

  canımın yongası, sevdiğim bir kaç gün çaldık ilkbahardan geçtik yıllardır özlediğim erguvan ışıklı kıyılardan aşkı sessizlik tanımlar gençken tersini düşünürdüm akşamla dönerken geriye dalgalar yalnızlığı çırılçıplak gördüm durduktu önünde ege denizi'nin gözleri mayıs bulanığı, kuytuluğunda eski evlerin dolaştıktı ayvalığı eski nisan, her şey gibi kalbim de rüzgar da eski çırpınıp duruyor havada yitik anıların kelebeği Ataol Behramoğlu

"gece gelen"

gözlerin nasıl bulanık gözlerin sisli bir orman saklı korkulardan sanık sanki kaçarkan vurulan kirpiklerin diken diken tel örgüler kirpiklerin yasak sınırlar geçerken geride kaybettiklerin dudakların nasıl ürkek ne kadar uzakta sesin sen gece gelen konuğu hiç kimsenin ve herkesin Yağmur Atsız

remember

"onu sevebileceğinin en yücesiyle sevdin titreme daha fazla kalbim bağışla kendini artık, onu da bırak gitsin bırak gitsin o senin en ezel gününden kaderin sen onu nasılsa bin kere daha seveceksin (…) günler öylece kendi kendine geçsin diye bir camın arkasında durdum bana dokunmasın hiçbir şey hiçbir şey yarama merhem olmasın iyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye bir camın arkasında durup akan hayata ve zamana baktım. (…) o kadar uzun yol geldik ki seninle şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu nasıl yürüyeceğiz? (biz seninle yoldayken yanımızdan ovalar, ağaçlar; titreşen rüzgârlar akmıştı. bir yolumuz olduğunu yol kazalarını, yol yorgunluğunu o zamanlar biliyor muyduk?) (…) sonra, çoook sonra, bu parçaların sonunda sen beni kızını çok seven bir anne olarak hatırla ben ki hiç kavuşamamıştım sana (…) aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir ben bir divan şairi değilim ki sevgilim ...

등잔 밑이 어둡다 (lâmbanın hemen altında ama hâlâ karanlık)

이제   난   습관처럼   그대   이름만   부르네요 (şimdi bir alışkanlık gibi adını haykırıyorum)  하루   하루가   죽을   것만   같은데   (her gün ölecekmiş gibi hissediyorum)  그대가   없는   것   말고는   달라진게   없는데   (burada olmaman dışında, farklı hiçbir şey yok)  사랑해   사랑해요   (seni seviyorum)

1989

"I can’t imagine what this life would be I wish we could turn back the hands of time Maybe we’ll meet again in another life Maybe we’re better in another paradise Maybe we will meet again Maybe we will fall again In another life"

"yumurta" (the egg)

                                                                Creazione di Adamo , Michelangelo (1512) Öldüğünde evine gidiyordun. Bir araba kazasıydı. Özellikle dikkat edilecek bir şey yok ama ölümcüldü. Arkanda eşini ve iki çocuğunu bıraktın. Acısız bir ölümdü. İlk yardım görevlileri seni kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar ama faydasızdı. İnan bana, vücudun tamamen parçalanmıştı. Ve işte benimle tanıştın. “Ne… Ne oldu?” diye sordun. “Neredeyim?” “Öldün” dedim, gerçeği söyleyerek. Yumuşak sözlere gerek yok. “Kamyon… Patinaj yapan bir kamyon vardı…” “Ben… Ben öldüm mü?” “Öyle. Ama o kadar üzülme. Herkes ölür.” dedim. Etrafa bakındın. Hiçbir şey yoktu. Sadece sen ve ben. “Bu yer de ne?” diye sordun. “Ahiret mi?” “Fazlası ya da azı.” dedim. “Sen Tanrı mısın?” diye sordun. “Öyle” diye cevapladı...

"ikincil ruhla pis-duvar buluşmaları"

  on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk. on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı. zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize. pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık. ne söylesek ayıptı biraz söylemesi. dahası an, tıbben ölüydü. atık kamyonlarında mühürlü bir yürek şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce bir film setine emanet edilirdi belki, korkuturdu yine bizi. senin dünyanda vapur kalkınca balıklar çamaşır yıkardı içindeki hileli sayaçların aritmetiği sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü tırabzanlardan aşağıya ayaklarını sallandırıp annesine hınzır hınzır gülen o çocuk uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi. ama ikimiz de biliyorduk elleri harita kadar acılı her annenin son görevi çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti. sağır ve dilsizler ülkesinde kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün, sigaranla aynıydı aşkının geleceği duman hali. şimdi biz, yatırıl...

"evet, elbette acıtır"

  Elbet acı duyar tomurcuklar açarken. Neden gecikirdi yoksa bahar gelmekte? Neden bizim ateşli özlemimiz donup gitsin acılarla Yaprakların içindeydi tomurcuklar bütün kış. Nedir yeni olan, doğurtan ve fışkırtan her şeyi? Elbet acı duyar tomurcuklar açarken Acı duyar büyürken ve direnirken. Güçtür elbet damlaların düşüşü. Korkudan titreyerek asıldıkları yerde ne kadar sarılsalar da dallara kurtuluş yoktur, düşerler ağırlıklarıyla toprağa. Güçtür bilinemezlilik, güvensizlik ve ayrılış güçtür uçurumlarda çağırmak birini gene de tutunabilmek titreyerek ve kalabilmek ve düşünebilmek Artık hiçbir şeyin yararı yoktur doğuşa sevinçler fışkırır tomurcuklar dallarda tüm korkular yok olur ışıldayarak yere düşer damlalar unuturlar doğuşun korkusunu unuturlar yolculuğun korkusunu o büyük güvenceyi duyarlar bir an dünyayı yaratan. Karin Boye Notlar:   * Şiirin orijinal adı "ja visst gör det ont." Şiiri çeviren Özkan Mert * Karin, 23 Nisan 1941 günü ormana gider. Cebinden çıkardığı uyku ...

leyla'yı gebertmek

seni unutmak ne güzel seni unutmak eski bi mahallede çingene kadınların dansıyla hatırlamak seni seni soymak sonra bütün günahlarından azizlik, ermişlik ve bilgelik eklemek sana seni güzel hatırlamak seni sensiz bilmek ne güzel seni vurmak sonra sana roket atmak atom bombası patlatmak sende doğduğuma pişman ola ola sende kala kala seni gebertmek ne güzel leyla Aydoğan K

duyuru ve bilgilendirme

Görseldeki kitap bana ait değildir. Kitapyurdu dahil birçok kitap satış sitesinde aynı yanlışlık var. Şu ana kadar yayımlanmış tek kitabım vardır (Her Şey Geçecek Hiçbiri Unutulmayacak).  Türkiye'de ne yazık ki her şey gibi yayıncılık sektörü de bakkal usulü olduğu için böyle saçmalıklarla karşılaşmak beni çok şaşırtmıyor.  Okurlarımın bu konuda kafa ve bilgi karışıklığı yaşamamaları için bu bilgilendirmeyi yapma gereği duydum. Güzel günleri farklı bir ülkede yaşamak dileğiyle... Aydoğan K

eski bir arkadaşın ardından bende kalanlar ve kalmayanlar

Bülent’in ölüm haberini ilk duyduğumda, onu yakından tanımış herkesin vereceği tepkiyi ben de verdim: “Gene bir şaka yapıyor ama dur bakalım, altından ne çıkacak?” Şaka değilmiş. Bülent Parlak’la yanlış hatırlamıyorsam 2008 yılında tanıştık. Önce internet üzerinden başlayan muhabbetimiz, -benden kaynaklı tembelce ertelemeler sebebiyle- ancak aylar sonra yüz yüze gelmemizle devam etti. Bülent’le, 2011 yılının temmuz ayında arkadaşlığımızı sonlandırdık. İtiraf etmekte mahzur yok; arkadaşlığımızı bitiren sözün ima ettiği şey doğru ama kelime seçimlerim baştan sona yanlıştı. Bugün olsa, yine aynı şeyi kastederek konuşurdum, fakat kelimelerimi özenle seçerdim. İkimizin de ekim ayı doğumlu terazi burcu olmamızdan mı kaynaklıydı, neydi bilmiyorum ama hayatımda Bülent kadar iyi anlaştığım kimse olmadı. Ruh ikizim gibi bir şeydi. Saatlerce konuşarak yürüdüğümüz geceler, evime gelip sohbet ettiğimiz akşamlar, sadece birbirimize söylediğimiz bazı sırlar, Facebook'tan fake hesaplar açıp ...

tears in heaven

(The Barque of Dante, Eugène Delacroix, 1822) "Would you know my name If I saw you in heaven? Would it be the same If I saw you in heaven? I must be strong and carry on 'Cause I know I don't belong here in heaven Would you hold my hand If I saw you in heaven? Would you help me stand If I saw you in heaven? I'll find my way through night and day 'Cause I know I just can't stay here in heaven Time can bring you down, time can bend your knees Time can break your heart, have you begging please, begging please Beyond the door there's peace I'm sure And I know there'll be no more tears in heaven I must be strong and carry on 'Cause I know I don't belong here in heaven"

endymion

Kar bir aralık durmuştu. Knulp bir saniye mola verdi, şapkasında, giysisinde biriken karları silkelemek istedi, ama yapamadı. Perişan ve yorgundu. Tanrı da şimdi çok yakınındaydı. Işıklı gözleri iri iri açılmış, güneş gibi parlıyordu. "Eh artık hoşnut ol!" dedi Tanrı, "yakınmanın ne yararı var? Bütün olup bitenler iyi ve doğruydu ve hiçbiri de başka türlü olamazdı. Bunu gerçekten göremiyor musun?" Knulp yine yürümeye başladı. Yorgunluktan sallanıyordu; ama bunu hiç duyumsamıyordu. İçi adamakıllı ferahlamıştı ve Tanrı'nın söylediği şeylerin hepsine minnet duyarak hak veriyordu. "Bak!" dedi Tanrı, "ben seni olduğundan başka türlü kullanamazdım. Sen benim adıma gezip durdun, benim adıma bir yerde oturan insanlara bir parçacık özgürlük özlemi götürdün, benim adıma çılgınlıklar yaptın ve kendinle alay ettirdin; sende benimle alay edildi; sende ben sevildim. Sen benim çocuğumsun, kardeşimsin, benim bir parçamsın. Sen hiçbir şeyi bensiz tatmadın, ...

post hoc non est propter hoc

"will you realize what has happened here will you repair all the falling tears as long as I'm hopeing will recover it all rediscover. nobody knows the pain, it's all just been hard from here. nobody knows... nobody knows a pain that you're in, no one will try to understand.. nobody knows the life that you've lived, nobody cared, no one was there..."

en ce moment

"lili! take another walk out of your fake world  please put all the drugs out of your hand  you'll see that you can breath without not back up  some much stuff you got to understand  lili! you know there's still a place for people like us  lili! easy as a kiss we'll find an answer  put all your fears back in the shade  don't become a ghost without no colour"