Bülent’in ölüm haberini ilk duyduğumda, onu yakından tanımış
herkesin vereceği tepkiyi ben de verdim: “Gene bir şaka yapıyor ama dur
bakalım, altından ne çıkacak?” Şaka değilmiş.
Bülent Parlak’la yanlış hatırlamıyorsam 2008 yılında
tanıştık. Önce internet üzerinden başlayan muhabbetimiz, -benden kaynaklı
tembelce ertelemeler sebebiyle- ancak aylar sonra yüz yüze gelmemizle devam
etti.
Bülent’le, 2011 yılının temmuz ayında arkadaşlığımızı
sonlandırdık. İtiraf etmekte mahzur yok; arkadaşlığımızı bitiren sözün ima ettiği
şey doğru ama kelime seçimlerim baştan sona yanlıştı. Bugün olsa, yine aynı
şeyi kastederek konuşurdum, fakat kelimelerimi özenle seçerdim.
İkimizin de ekim ayı doğumlu terazi burcu olmamızdan mı
kaynaklıydı, neydi bilmiyorum ama hayatımda Bülent kadar iyi anlaştığım kimse
olmadı. Ruh ikizim gibi bir şeydi. Saatlerce konuşarak yürüdüğümüz geceler,
evime gelip sohbet ettiğimiz akşamlar, sadece birbirimize söylediğimiz bazı
sırlar, Facebook'tan fake hesaplar açıp insanları trollememiz, o zamanlar aşktan yanıp kavrulmuş beni teselli etmeleri… Hepsi unutulmaz
anılar.
Son noktayı koyduğumuz güne kadar, Bülent’le en az 3-4 sefer
küsüp barıştık. Evet, onu seviyordum, şiirleri harikaydı, Üsküdar’da
çaylarımıza karışan kahkahalar eşliğinde süren sohbetlerimiz aşırı keyifliydi
ama benim onda tahammül edemediğim bir şey vardı. Şöyle bir şeydi sanki: Yüzde
99,99 uyumumuz vardı ama o kalan sıfır nokta sıfır bir, her şeyi götürüyordu.
Daha fazla detaylara gerek yok. Bu yazıyı da niye yazıyorum,
bilmiyorum. Sanırım düzgün bir veda edemeyişimizin eksikliğini hissediyorum. Hâlâ
yaşıyor olsaydı bile bir daha konuşmayacağımızı da biliyorum.
Geçen Çarşamba, cenaze namazının kılınacağı dakikalarda onu
kendimce uğurlamaya gittim. Camiye girmedim. Cenaze namazına katılmadım.
Yaşasaydı bir daha yan yana gelmeyeceğim birini savunmasız bir anda, rızasını
almadan rahatsız etmek istemedim ve hatta içimden de gelmedi. Samimiyetsiz bir eylemin içinde olmayı kendime yakıştıramadım. Caminin karşı sokağında, eskiden oturduğumuz çay
ocaklarından birine gittim. Onun için verilen selayı dinledim ve “Güle güle
Bülent” dedim camiye bakarak. Hepsi bu.
Keşke böyle olmasaydı Bülent. Keşke…
Aydoğan K
27 Nisan 2022 / Samandıra